Kadın | Konular | Kitaplık | İletişim

Yaşasın Pazartesi...!

“Yine pazartesi… yine hafta başı… offf bugün canım hiç bir şey yapmak istemiyor…!” içerikli sorular geliyor radyoda pazartesi günleri.

Bir “Pazartesi sendromu” almış başını gidiyor sevgili okurlar.

Daha ziyade öncelikle batılı ülkelerde, duygusal ilişkilerden yoksun kurumlarda çalışan kesim için, “haftanın ilk iş günü” olması ve önünde çalışacak kocaman bir haftanın beklediği kaygısından yola çıkarak başlamış gibi görünüyor. Günümüzde ev hanımları dahil olmak üzere, öğrenciler, memurlar, iş adamları…vs. herkesin şikayet ettiği bir gün olmaya başladı pazartesi.

Aslına bakarsanız pazartesi gününün yerinde olmak istemezdim! Ürettirmek için, yeni bir haftaya başlatmak için, insanın koşuşturan/emek vermeye hazırlatan yanı olarak geliyorsunuz; ama gel gör ki hayatına ulaştığınız pek çok kişi sizden nefret ediyor..! Üstelik diğer kardeşlerinizden hiçbir farkınız yok. Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, cumartesi ve Pazar sizden farklı değil. Farkınız, size anlam yükleyen insanların, sizi algılama biçimleriyle ilgili!

Mesele pazartesi sorunu değil. Cuma günlerini resmi gün ilan etseydik, büyük ihtimalle cumartesi günleri, “sendrom” adı altında anılır olacaktı.

Öyleyse asıl sorun ne?

Pazartesi gününün bilinçaltı çağrışımlarına bakacak olursak… çalışan kesim için pazartesi günü, öncelikle üretimin başlama günüdür. Üretme konusunda zorluğu olan insanlar tarafından stresle karşılanması normaldir. İnsanın üreten yanını temsil eder çünkü. Batılı ülkelerde, üretime karşı anksiyetenin başlaması da bana normal görünüyor. Şöyle ki; Avrupa insanı ve Batı üretmeyi seviyor. Ama bu üretme işini sadece mekanik boyutta yaşıyor. Zamanında geliyor… saatince çalışıyor… parasını alıp gidiyor… makine gibi… tam zamanlı, sistematik çalışan bir makine… her şey kendi sistemi içinde son derece mekanik işliyor. Avrupa ülkelerinde yaşayanlar bilirler. Çalışan insanların iş yerlerinde, bizim ülkemizde olduğu gibi, kendini aileden hissetme duyguları yoktur. Akşama kadar aynı fabrikada çalışan insanlar, belki de birbirlerine tek kelime etmeden akşam iş yerlerinden çıkıp evlerine giderler. Hatta master dönemimde benim de üzerinde çalışıp tez hazırladığım “İş yerinde motivasyon artırma teknikleri” şeklindeki konuların bir çoğu Amerika ve Avrupa ülkelerindeki çalışan insanların, işyerlerindeki soğuk rüzgarları gidermeye yönelik geliştirilmiştir.

Doğulu ülkelerde durum farklı. Çalışıp üretmenin manevi karşılıkları da vardır sevgili okurlar. İnsanlar, yaşamaları için gerekli parayı kazanırken, üretimlerinin karşılığında aynı zamanda manevi tatmin de yaşarlar. Özellikle İslam Ülkelerinde, Kurani inançlarımız gereği “çalışmak, ibadet” kabul edilir. Hal böyle olunca da, kendisini İslama nisbet eden insanların, çalışma ve iş gününe başlamayla ilgili zorluklarının olmadığı görülür.

Bizim kültürümüzde ise dikkat edecek olursak, iş yerleri “ikinci ev” kabul edilir. İş başvuruları yaptığımızda, en fazla ne istediğimiz sorulduğunda, “kendimizi evimizde gibi hissederek çalışmak istediğimizi” söyleriz çoğu kereler. Sabahları iş yerimize giderken, pastaneye uğradığımızda poğaça almak için, oda arkadaşlarımızı unutmayız! En resmi işyerlerinde bile; çalışan elemanlar kimi zaman evlerinde yaptıkları kekleri getirerek, iş ortamlarını, kendileri için daha yaşanılır ve sempatik bir havaya bürümenin yollarını bulur Türk insanı. İtirazı olan kişiler olabilir; ama ben seviyorum bu huyumuzu. Çok insani…

Bizim kültürümüzdeki iş ve çalışma hayatının aslında diğer ülkelere oranla keyifli algılanmasına ve çalışma ortamlarını ev hayatına çevirme güdülerimize rağmen yine de “pazartesi sendromu” yaşanıyorsa, kişinin psikolojik anlamda farklı zorlukları olduğu ve bu zorlukların pazartesi gününün arkasına saklandığı düşünülür. Ve görünen sıkıntının arkasına gizlenmiş, gerçek anksiyete bulunmaya çalışılır. Herkes için bu anksiyete de farklı olabilir. Kiminiz işinizi sevmiyorsunuzdur, kiminiz aldığınız maaşı, kiminiz iş arkadaşlarınızı, kiminizin mesafesi uzaktır, kimisinin çalışma koşulları uygun değildir.

Ülkesiyle barışık, ülkesinin yaşam koşullarıyla barışık, iş yeriyle barışık, mesleğiyle barışık, insani ilişkileriyle barışık, kendisiyle barışık insanlar için bu ve benzeri sorunlar olmaz… olamaz...! İnsanız… elbet zorluklarımız olacaktır. İnsanın olduğu yerde, problemin olmaması düşünülemez bile. İnsanın probleminin bittiği yerde, aslında yaşam biter. Kişinin dünyaya ilişkin zorluklarının bitmesi demek, kişinin kendi kıyametinin yaklaşması demektir. Pazartesi günlerini sıkıntıyla karşılayanlar, hatta Pazar akşamından, ertesi günün stresini çekmeye başlayanların, kendilerine bir soru sorması lazım: “Pazartesi gününün arkasına saklanan, aslında ne? Bu neyin sıkıntısı?”

Soruya vereceğiniz cevap, zorlukla baş etmek için izlemeniz gereken adımı da gösterecektir. Ve herkes kendi çözümünü kendi içinde üretecektir.

Herkes için kendisine verilecek cevap değişecektir şüphesiz. Ana mesele şu ki; günlere, aylara veya farklı nesnelere takılarak stres yaşamak bünyenin geliştirdiği bir algılama biçimidir.

Bundan kurtulmanın bir yolu var mı diye soran mailler var elimde. Elbette var.

Pazartesi, diğer altı gün gibi sıradan bir gün…

Sıradanlığının yanında, yeni bir sabaha gözlerinizi açabilmiş olmanızın ispatı olan çok değerli bir gün…

Çalışan insanlar için yeni bir üretimin başlangıcı…

Size siz olduğunuzu, size hala üretebilir olduğunuzu, size hala diğer insanların arasına karışma fırsatını vermeye devam ettirdiğini hatırlamaya çalışın. Ve sizi rahatsız eden durumun aslında ne olduğunu anlamaya çalışın. Söylediğim gibi işini seven, mesleğini seven, iş arkadaşlarını seven, iş ortamını seven, patronunu/elemanlarını seven, yol gidiş/geliş zorlukları olmayan, emeği karşılığında aldığı parayı ay sonuna kadar rahatlıkla yetirebilen insanların “pazartesi sendromu” olamaz.

Demek ki bu bir adı “pazartesi” olan “gün” sorunu değil..!

İçinde bulunduğunuz ülkenin yaşam şartlarının sizi zorlamasından kaynaklanan anksiyetenin yön değiştirmiş hali!

Ne yalan söyleyeyim ben seviyorum pazartesi günlerini… yazık ona… bence hep birlikte diğer tüm günleri sevdiğimiz gibi “pazartesi”yi de sevmeliyiz. Birileri bize az maaş veriyorsa, birileri bizi sabah uyandığımıza pişman ediyorsa, birileri bizi yeni güne başlamaktan bıkmış hale getiriyorsa “pazartesinin suçu ne!” sevgili okurlar.

Faturayı yanlış yerlere kesmemek lazım diyerek yazıyı kesiyorum…

Sevgiyle kalın…

Mehtap KAYAOĞLU


Kategoriler

- evlilik - Saglik - çocuk - Cocuk Psikolojisi - Duygu ve Düsünce Yazilari - kadın - sağlık - Bebek ve Cocuk Sagligi - SEVGİ - Rasûlüllah - aile - mutluluk - Cocuk Gelisimi - anne - Sevgi - Diyet - çocuk gelişimi - Dekorasyon - Gebelik - hastalik - bebek - diyet - Hastaliklar - evlilik - kanser - Şifalı Bitkiler - erkek - cocuk egitimi - çocuk hastalıkları - Cilt Bakimi - Aşk - Gülay Atasoy - güzellik - Güzellik - Peygamber - kalp - baba - beslenme - hayat - aşk - Kadin Hastaliklari - Mutfak - müslüman - Islam ve Kadin - Senai Demirci - Şiir - tedavi - Alternatif Tib - Mehtap Kayaoğlu - dua

MollaCami.Com