Kadın | Konular | Kitaplık | İletişim

İngiltere, kadına karşı ayrımcılığı konuşuyor...

İngiltere’de yaklaşık otuz yıldır iş görüşmeleri sırasında yapılan mülakatta işveren tarafından kadın adaylara aile, çocuk ve hamilelik ile ilgili konularda sorular sormaya yürürlükteki yasalar izin vermemekteydi. Ancak geçtiğimiz günlerde ülkenin iş dünyasının oldukça tanınan ünlü siması, Alan Sugar’ın bir kadına aile ile ve özellikle çocuk sahibi olma planlarıyla ilgili soru sorması, ‘ayrımcılık karşıtı kanuni düzenlemeler’in modern işyeri vizyonunu nasıl sınırladığı ve bunun ekonomik kalkınma bakımından ne anlama geldiği konularını tartışmaya açtı. Bugün gündeme oturan bu yasa, iş piyasasında kadınların üst düzey pozisyonlara çıkmasına engel olan annelik haklarının sınırlanmasıyla kadına karşı yapılan ayrımcılığı yansıtmaktadır. İngiltere’de her sene işgücü içindeki 30,000 kadının hamilelikten dolayı işten atılması ve bu kadınların hukuki olarak haklarını arama imkanlarının olmaması konunun ciddiyetini yansıtmaktadır.

İşyerlerinde; cinsiyet eşitliğinin kazanımı, kadınların hem çalışma yaşamına katılırken hem de katıldıktan sonra yaşadıkları sorunları, kadın çalışanların şiddete ve cinsel tacize maruziyetleri, hamile ve süt izni alan kadınların çalışma koşulları ve işverenin tutumu, uygulamada karşılaşılan güçlükler, cinsiyet eşitliği vb. gibi konularda kadın çalışanların korunması amacıyla cinsiyet ayrımcılığına dayalı uygulamaları ortadan kaldırmayı amaçlayan dernek, vakıf vb gibi STK’lar aracılığıyla kadın çalışanların örgütlenmeleri ve ayrımcılığa dayalı tutumların sorgunlaması sağlanmalıdır. Bu bağlamda devlet de kurumsal yapıların revize edilmesini ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlayarak anneliğin korunması için gerekli hukuki ve kurumsal altyapıları hazırlamalı ve hamilelikten dolayı kadınların hak kaybına uğramalarını önlemelidir.

The Guardian'dan Kira Cochrane, İngiltere'de ‘ayrımcılık karşıtı yasalar’ın nasıl yeniden tartışıldığını ve bu yasal düzenlemelerin kadın çalışanı nasıl olumsuz etkilediğini aşağıdaki yazıda şöyle anlatıyor:


İşten Atıldınız!


1975’ten beri, kadınlara ‘iş görüşmesi’ sırasında aile ve çocuk sahibi olma ile ilgili planlarını sormak illegal sayılmaktaydı. Alan Sugar, bir anneyi TV’de çocuk sahibi olma planları hakkında sıkıştırana kadar en ufak bir protesto gıcırtısı bile yoktu. Ancak şimdilerde herkes bu konuyu, mevcut yasa çerçevesinde tartışıyor.
Kira Cochrane bildiriyor.

Sugar: Bir kadın yarışmacıyı hamilelik planlarıyla ilgili sorguladı.




40’lı yaşların başında bir kadın olduğunu ve çok istediğin bir firmada son 12 yıldır istihdam edilmekte olduğunu tahayyül et. Her zaman kendini işine adamıştın, işini severek heyecanlı bir şekilde çalışmıştın ve sıkı çalışmanın karşılığı ödenmekteydi. Senin biriminde çalışan bir şef tarafından büyük bir ekibi ve bütçeyi yönettiğin farkedilmişti ve nihai mükafat şimdi sadece bir basamak ötedeydi: ‘Yönetim kurulunda bir koltuk.’
On hafta önce ikizlere hamile kaldın, fakat birini düşürdün ki bu gelecekteki hamilelik sürecin hakkında doğal olarak seni üzdü. Işyerindekilere hamile olduğunu söylemeden önce normalde diğer iki haftayı bekleyecekken, bir telaş içinde hastaneye gitmek için ayrılabilmeyi, ve dolayısıyla uygunsuz sorulardan kaçınmak isterdiğin için İndan Kaynakları Müdürü’nü haberler etmeye karar verdin. İki gün sonra, yönetimdeki müdürle bir toplantı için arandın ve müdür, hemen istifa etmek zorunda olduğunu söyledi.
Bu hikaye geçen sene Ruth Holloway’in başına gelmişti. Yönetim Kurulundaki müdür ile yapılan bu toplantıda, Holloway kendini ‘hamile olduğunu ve zor zamanlar geçirdiğini bilen bir adamın karşısında oturuyor’ buldu. Ona ‘Peki ama benim tercih haklarım nelerdir Bob?’ dedim ve o bana ‘Bir çek al yada sadece olacakları izle.’ dedi. Aslında bana söylenmek istenen, işi bırakma konusunda onlarla aynı fikirde değilsem, hayatımı inanılmaz derece zorlaştıracaklarıydı. İşten çıkarılmamı mazur gösterene dek ekibimdeki önemli elemanları uzaklaştıracakları gibi, sorumluluklarımı da azaltacaklardı.
Holloway’in hikayesi marjinal bir durum olsa da, kendisi kesinlikle yalnız değil. 2005’te Eşit Fırsatlar Komisyonu (Equal Opportunities Commission) İngiltere’de her sene 30,000 kadının –ki bu oran ise herhangi bir zamanda işgücü içinde olan bütün hamile kadınların % 7’sine tekabül eder- hamilelikten dolayı işten atıldığını tesbit etmiştir.. Bu kadınların maddi imkanları dar olduğu ve hukuki olarak haklarını arama imkanları bulunmadığı için uğradıkları haksızlıklar da gizli kalmış ve ilgili konuların sadece % 3’ü mahkemeye gitmiştir. Ve şimdilerde problem sadece işten atılmak veya işsiz kalmak değil. Problem uygulanan ayrımcılık. Uygulamadaki bu ayrımcı tutum, birçok anneye ve çocuk yapma yaşında olan kadına ilk planda iş verilmemesi anlamına geliyor. Geçen yıl hükümet tarafından yapılan Eşitlik Araştıması (Equalities Review) işyerlerinde annelerin diğer gruplara oranla çok daha fazla ayrımcılıkla karşılaştıklarını buldu. 11 yaşın altında çocuğu olan bir annenin iş bulma ihtimali bir erkeğe oranla % 45 daha azdır ve bu rakam dul bir anne için % 49’a çıkmaktadır. 122 iş bulma ajansı anketine dayanarak, Eşitlik Araştıması katılımcıların % 70’den fazlasının hamile ya da hamile kalabilecek yaşta olan kadınları işe almaktan kaçınmalarının istendiğini söylemişlerdir. Günümüzde çocuk sahibi olma yaşının potensiyel olarak genç kızlık yıllarından atmışlı yaşlara kadar uzadığı düşünüldüğünde bu çalışma yaşındaki tüm kadınlara karşı bir ayrımcılık uygulandığı anlamına gelir.
Bu, 21. yy’ın başında içine düşülebilecek hayret verici bir durum – Ancak bu durum siz erkeklerin sahip olduğu şeylere kendileri de sahip olmak isteyen kadınlara karşı hala yaygın olarak görülen eskimiş tutumları göz önüne alana kadar geçerli. Burada kast edilense herşeye sahip olmak isteyen ihtiraslı kadınları eleştirmek için kullanılan temel kombinasyon: Kariyer ve aile.


Geçtiğimiz birkaç ay boyunca bu tavırlar, ülkemizin önde gelen işadamı, Alan Sugar tarafından temsil edildi. Sugar, özel olarak işverenlerin uzun süredir geçerli olan ve ayrımcılık karşıtı mevzuatın temelini oluşturan kanunu ciddi bir biçimde sorguladı ki bu kanun işverenin mülakat esnasında bir adaya halen çocuk sahibi olup olmadığını veya bu konuda planları bulunup bulunmadığını soramayacağını belirtir. Sugar kendi duruşunu, kadınlar için bu kanundan kurtulmanın iyi olacağını söyleyerek, meşrulaştırmaya çalıştı. Bu yılın başlarında Daily Telegraph ile yapılan konuşmada, Sugar “işverenlerin ‘evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı planlıyor musun?’ diye sorabilmek istediklerini söyledi. Fakat bu kanunlar kadınlar için ters etkiye sahiptir, bu neticedir, bu soruları sormana müsaade edilmiyor, öyleyse kolay olan – sadece onları istihdam etme.” Daily Mirror için yazdığı bir makalede, Sugar “kadınların iş bulma umutlarının işverenlerin tahminlerinden dolayı söneceği, kadınlara ev hayatlarının işteki performanslarını nasıl etkilemeyeceği konusunda açıklama fırsatının verilmesi gerektiği”, şeklinde düşüncelerini belirtti. Esasında, onun ifadeleri, kadınların rehin tutulmaları gerektiğini ima etmektedir. Ya bir aileye sahip olup olmadığımızı ya da bir aile kurma planlarımızın olup olmadığı sorusunu kabul edeceğiz -ki eğer evet dersek, iş bulma şansımızın azalacağını bile bile kabul edeceğiz- ya da iş bulma şansımızın bütünüyle yıkılmasıyla ile yüzleşeceğiz.
Sugar bu bakışa sahip tek kişi değidir. Bu hafta, Manchester merkezli İstihdam Hukuku Danışma Servisi (Employment Law Advisory Services) tarafından hamilelikten dolayı ayrımcılık davalarındaki belirgin artıştan dolayı gerçekleştirilen ankete göre işverenlerin% 68’i işe alacakları kişilerin aile planlarıyla ilgili daha fazla soru sorabilme hakkına sahip olmak istediklerini belirtmişlerdir.
İşverenin bu tarz bir soruyu sorma isteğinin tek sebebi, bir aile kurma düşüncesi olan herhangi bir kadını istihdam etmekten kaçınmasıdır. Sugar’a göre, siz sadece ‘git’ kelimesinden en baştan inanilmaz derecede bir ayrımcılık oluşturacağınızdan dolayı açıkcası işverenler bu nitelikte bir soruyu bir erkeğe soramazlar. “Eğer siz kanuna göre hareket etmezseniz, geriye kalan tüm eşitlik argumanları çöker. Yani bu derece önemlidir bu konu. Gerçekten herşeyin yeni baştan sorgulanması ilginç ve sıradışıdır. Yakın geçmişte, iş kanunun bu kadar sorgulandığı bir zaman hatırlayamıyorum, bu sorgulama aniden ortaya çıktı. Herşeyden önce, temel iş haklarından birinin meşruluğunu açıklamak zorunda kalmamızı gerçekten endişe verici buluyorum.”
Rake’e göre, Sugar’ın düşünceleri ile en ilginç konu, ’bu yorumlar tamamen kanunlara aykırıdır,’ diyen üst düzey bir hükümet sözcüsünün olmamasıdır. Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu Politika Direktörü Andrea Murray, eğer Sugar zenci ve etnik azınlıkların CV’lerini çöpe fırlatmayı öne sürseydi çok büyük bir tepki olacağını belirtti. Sugar’ın Mart sonunda Times Gazetesi’nde yapılan bir mülakatta övünerek anlattığı hükümete iş danışmanlığı pozisyonu durumu, daha da utanç verici hale getirmekte. Ekonomi Bakanı, John Hutton’a Sugar’ın yatırımlar ve düzenleyici reformlarla ilgili bazı yorumlarını hatırlattığımızda Sugar’la ilgili yorum yapmaktan kaçınıp sadece, “Ayrımcılığın modern dünyada yeri yok. Bir kişinin cinsiyeti, yaşı ya da cinsel tercihlerinin istihdam üzerinde hiçbir etkisi olmamalıdır. Bu yüzden ayrımcılığın her türü, hamile kadınları ilgilendiren türleri de dahil, yasa dışıdır ve istihdam üzerinde hiçbir etkisi olmamalıdır” dedi.


Doğal olarak bu tarz cinsiyet ayrımcılığına dayalı tutumlar, iş ortamının kendisi içinde feci sonuçlar doğuracaktır. 1990’larda, küstah bir biçimde Holloway’i işten atacak şirkete girdiğinde; bir erkek olan genel müdür, bir üst düzey personelin işi ile anneliği birleştirmesini gurur duyulacak bir şey olarak görüyordu. Onun emekliliği üzerine “cinsiyet ayrımcısı bir dinazor” görevi devraldı ve kurumsal kültür değişti. Holloway istifa etmesi yönündeki talebe karşı, bir avukat eşliğinde resmi bir bir şikayet dilekçesi taslağı hazırlamaya başladı. Dilekçeyi doldurduğu gün stresten kaynaklandığını düşündüğü şiddetli sancıları vardı. Ne mutlu ki bu başka bir düşük değildi. Çalıştığı sırada bir yıllık travmatik bir süreç yaşadı. Bu sırada ofiste mağdur edildi, alay konusu oldu, dışlandı ve müşterilerin önünde küçük düşürüldü. Yoğun baskı altında 3 hafta erken doğum yaptı. Nihayet bir arabuluculuk randevusuna çağırıldığı vakit, şirketi mahkemeye vermek yerinde uzlaşmayı seçti çünkü aylarca devam edecek daha fazla gerginliği kaldıracak durumda değildi. “Gözyaşları içinde buraya avukatımla oturdum” dedi. “Kısmen onun desteğiyle, bu durum tamamıyla son bulacaktı, fakat aynı zamanda, parayı aldıklarında aynı şeyi başka birine de yapacaklarını da biliyordum.

Kadın doktorların sayısındaki yükseliş profesyonelliğe bir tehdittir


Son zamanlarda annelik ve iş ile ilgili hikayelere tepkiler elbette Sugar’ın yorumlarından ya da bu ayki İngiliz Tıp Dergisinde Dr Brian McKinstry’nin “Kadın doktorların sayısındaki yükseliş profesyonelliğe bir tehdittir, çünkü bazı uzmanlıklar yarım gün çalışmanın ve doğum izninin ortaya çıkaracağı bakım devamlılığındaki ve kaynak kullanımındaki eksiklik gibi kaçınılmaz sonuçları hissederler”. yorumlarından dolayı olmadı. Gerçekten, Kanal 5 (Channel Five)’te üst düzey bir haber bülteni sunuculuğu işine başlamasından altı hafta sonra hamile olduğunu bildiren Natasha Kaplinsky’nin olayından sonra bir tepki oluştu.



Bu durum birçok yorumcu tarafından muazzam bir antipati ile karşılandı –ki bunların çoğu kadındı- örneğin Sunday Times’da yazan Minette Marrin “kendisinin yerine işe alınan cazibeli bayan yerinde Kaplinsky çok daha şişman ve kaba duracak, çoğu zaman izin almaya ihtiyaç duyabileceği bulantılı ve zor bir hamilelik geçirebilecek ve beyni hamileliğe dayali hafıza kaybından etkilenebilecekti.” Marrin’in dediğine göre Kaplinsky’nin yaptığı şey için söylecek tek doğru şey de ‘istismar’dır. Çünkü bu günlerde işten çıkarma genellikle kadınların elinde olan bir durumdur ve bunun da genellikle tadını çıkarmaktadırlar.
Bu beni fazlasıyla Marrin’in kiminle takıldığını merak etmeme sebep oluyor. Çünkü açıkcası korkunç istatistiklerin ötesinde – kadınların % 45’inin hamilelikten ötürü bazı işyeri ayrımcılığı ya da uygunsuz muamelelerle yüzleştikleri gerçeğidir. İnsan Kaynakları Müdürleri’nin % 80’i 20’lerinde henüz evlenmiş bir kadını işe alırken “iki kez düşünmeleri” gerektiğini düşünüyorlar –ki bu kadınların %3.3’üne 20’lerindeki erkeklerden daha az maaş ödeniyor; 40 yaşlarında %22 daha az; sendika terimleriyle bu “annelik cezalandırması” gibi birşeydir – Bu konu hakkında konuşmaya başlar başlamaz kadınları hemen işlerinin dışına itilmiş, dışlanmış ve zayıflatılmış bulursunuz. Ömürleri boyunca uğruna çalıştıkları herşey ellerinden alınan kadınlara rastlıyorsunuz. Hikayelerin çoğunluğu Holloway’inki kadar dramatik değil, fakat ince, sinsi terfi erteleme, eğitim vermeme ve işten ayrılmak isteyinceye kadar kadının motivasyonunu kırma hikayeleri çok yaygındır. Örneğin, bir belediyenin İnsan Kaynakları departmanında – ki bu anlamda kesin bir örnek olması gereken bir yer - çalışan Ramona Jones olayında bir zamanlar çok parlak bir kariyer, hamilelik yüzünden feda edildi. Jones, işyerindeki düşüncenin hamile kadınları bir baş belası olarak gördüğünü ve bunun kendisini çok üzdüğünü belirtiyor.
Jones, yönetime geçmenin kıyısına gelene kadar, bir terfiden diğerine çıkarken işinde herzaman ödüllendirildiğini hissetmişti. Konuştuğum birçok kadın tarafından yansıtılan bir gözleme göre ise, Jones’ın hamile kalmadan önce ayrımcılıkla yüzleşebileceği konusunda herhangi bir fikri dahi yoktu. Jones ilk çocuğuna sahip olacağını yönetime bildirir bildirmez de elde ettiği yönetim fırsatları gibi, söz verilmiş olan terfi de ortadan kayboldu. Bunun yerine, Jones doğum izninden döndüğü zaman, hakkıyla elde ettiği fırsatların kaybetmekle birlikte, iki yıl öncesinde elde ettiği pozisyona dönmek zorunda bırakıldı. Bunun açıklaması ise “Senin durumundaki birileri için bu çok daha iyi, çünkü bu durum senin için çok büyük bir baskı değildir” şeklindeydi. İnanılmaz derecede can sıkıcı olansa Jones’un görevine uygun eğitimin almasının istenmesiydi. Jones: ‘Tamamiyle tuhaf şeyler istemiyorum fakat durmadan aşağıya doğru döndürülüyorum’.
Doğum izninden sonra işe dönebilmek amacıyla daha düşük maaş derecesini kabul etmek zorunda kalan üst düzey pozisyonlardaki kadınlar ile yarı zamanlı (part-time) olarak geri dönmeyi kabul eden fakat iş paylaşımını (job share) reddeden veya bunun yerine haftada üç günde yapılmak amacıyla full-time (tam zamanlı) bir görev verilen kadınların “ki onlar verilen time zamanlı iş rolü ile başa çıkamazlar, ve sonrasında tamamiyle mahvolan profesyonel ünleriyle birlikte işten çıkarılmayı kabul etmek zorunda kalan kadınlardır” hikayeleriyle ilişkilendirir. Şimdi ikinci çocuğuna hamile kalan Jones, işinden vazgeçmeye karar vermişti fakat ailesi için nasıl finansal meselelerin üstesinden gelineceği konusunda da endişelenmişti. Bu durumu şöyle ifade etmişti: “Başka bir işe girme konusunda oldukça şüpheli olduğumdan onca yeteneğime rağmen özgüvenim kayboldu.”


Problemin büyüklüğü kadınların yürürlükteki kanunlara karşı örgütlenmelileri gerektiği anlamına gelmekdir. Fakat ayrımcılığın bu türü genellikle tekil olarak görülüyor ve devam eden bu tür davalar birbirleriyle ilişkisi olmayan olaylar olarak ele alınıyor. Murray’in söylediği gibi “Kadınlar, yaşadıkları bireysel problemleri daha geniş bir boyuta taşıyabilmek için yeterli siyasi bilince sahip olmalılar. Çünkü birçok insan hayatın böyle olduğunu düşünüyor. Bu durum işyerlerinde çalışan kadına tacizle benzerlik gösterir ve çoğu insan bu duruma katlanmanız gerektiğini ve bunun susulup kabullenilmesi gereken birşey olduğunu düşünür.”


Murray’e göre, bu yapısal ve kültürel bir problemdir ve bu problem yüzyıllar öncesine uzanan sosyal köklerden doğar. Rake’in söylediği gibi gerçek şu ki “biz başlangıçta prensip olarak sadece erkeklerden oluşan bir iş gücü piyasası inşa ettik. İşgücü piyasasını tasarlamanın temel kuralları kadınların burada mevcut olmamasıydı. Öyleyse bu piyasa erkekler tarafından, erkekler için etkin bir biçimde tasarlandı ve biz bu piyasa içine sığmaya çabalıyoruz.” Örneğin biz uzun soluklu bir çalışma kültürü olan bir yapıya sahibiz fakat bu erkek için alışılagelmiş ve kabul edilebilir bir durumken kadının rolü evsel sorumluluklarla sınırlı kalıyor ve bu alışılagelmiş görev taksimi kariyer ve aile durumunda ki bu bireylerin aidiyetlerinin iki temel unsurudur, bireysel çabalarınız sonuçsuz kalacak ve kadına çizilen rol çerçevesinde işlevsiz olacaktır. Avrupa işçilerin haklarını koruma mevzuatı – Çalışma Saatleri Talimatının sınırlarını belirlemiş olduğu haftalık azami 48 saatlik çalisma süresiyle. Bu kültürün üstesinden gelinmistir. Fakat birçok Avrupa ülkesinin aksine, Ingiltere’nin belirlenmis olan 48 saatlik limit aşımına katılmamayı tercih ederek bunu çalışanların iradesine sunarak bu yasanin yaptırım gücünü zaafa uğratmıştır.
Ayrıca Londra’da avukatlık yapan Harriet Wood gibi kimselerin hikayeleri ile de karşılaşılabilmektedir. Kendisi, şirketindeki ortaklarından birine hamile olduğunu söylediğinde, aldığı cevap “sözleşmemi nasıl etkiler?” şeklindeydi. Her gün sabah 9’da işe başlayıp akşam 10’a kadar orada kalırken, şirketin ona bu kadar yüklenmesinin sebebinin onu annelik iznine erken çıkarıp çalıştığı anlaşma ile 24 saat ilgilenecek birinin olması olduğunu anlamıştı. “İş öyle bir raddeye vardı ki, 31 haftalık hamile iken işyerinde çok uzun kaldığım için hamilelik sancıları ile hastaneye kaldırıldım. Şükürler olsun ki, o an doğum yapmadım ve geri döndüm. Bu olaydan sonra, işyerindekilerin artık daha az çalışmam gerektiğini anlayacaklarını umuyordum ki, iki gün sonra kendimi tekrar sabah saat 8.30’da ofiste buldum ve kendi kendime, ‘ben burada ne arıyorum’ dedim”. Wood, kızına doğum yaptıktan sekiz ay sonra finans sektöründeki avukatlık işine geri döndü, ancak tekrar hamile kalırsa, işten ayrılmak zorunda kalacağını gayet iyi biliyor. Bu elbette onun maaşında ciddi bir azalmaya yol açacak ancak kendisi “Londra’nın finans merkezinde bir iş seçmemin sebebi sadece daha çok para kazanmak değil, aynı zamanda avukatlık mesleğinin zirvesinde bir konumda olmaktı. Ancak bir aile sahibi olduktan sonra bunun mümkün olmadığını anladım diye konuşuyor.


Rake, günümüzdeki çatışmanın sebeplerinden birinin geçen yıl yürürlüğe giren ve yeni annelere doğumdan sonra bir yıl izin hakkı veren değişiklikler olduğunu düşünüyor. Hükümetin bu değişiklikleri iyi niyet ile uygulamaya koyduğunu düşünse de, bunların işverenleri caydırdığını ve klasik ‘çocuk bakımından aileler değil, anneler sorumludur’ anlayışını güçlendirdiğini savunuyor. Rake, “Avrupa perspektifinden bakıldığında, bu uzun doğum iznini sadece kadınlara bağlayan çok garip bir durumdayız” diyor. Ve devam ediyor: “Diğer Avrupa ülkelerinde daha kısa doğum izinleri var ve bunun ötesinde anne-babanın paylaşacağı izinler söz konusu. Bence artık bu sistemden nasıl uzaklaşacağımız ve kadın ve erkeklerin izin sürelerini paylaşacakları bir sisteme doğru nasıl ilerleriz diye daha aktif biçimde düşünmemiz gerekli. Böyle bir düzenleme, hem çocuk bakımına katkıda bulunmak isteyen babalara bu şansı verecek, hem de çocuk bakımından kimin sorumlu olduğu noktasında yeni bir tartışma başlatacaktır. Çünkü bu tartışmada, çocuk bakımının aslen kadınların görevi fikri açık seçik ortaya çıkıyor.
Başka ne yapılabilir? Rake “üst düzey politikacıların ortaya çıkıp, sorunu ifade etmeleri gerektiğini görmek istiyor. Alan Sugar’ın görüşleri ‘Bunun bir kanuni düzenleme olduğunu, bu kanunu niçin yaptığımızı, ve bu yaklaşımın modern işyeri vizyonunmuzu nasıl yansıttığını, yine bunun bütün nüfusun yeteneklerini kullanmak anlamına gelmediğini ve tüm nüfusun yeteneklerini kullanmanın işyerine getirisini’çıkıp söyleyecek politikacılar için büyük bir fırsattır. İşyerlerinde kadına karşı yapılan ayrımcılıkta bugün tahmin edilen rakamalar - ayrımcılığın sebebiyet verdiği vergi geliri kaybı ve artan sosyal yardımlarla - GSYİH’nin % 2’ye varan bir oranı eklenerek, her yıl İngiltere’ye 15 milyar pound ile 23 milyar pound arasında bir rakama malolur. Esnek çalışma (flexible working)’nın eksikliği, bütün beceri ve tecrübelerini kullanmayan 6.6 milyon insan anlamına gelir. Bu ayrımcılık, sadece bütün doğum yapma yaşındaki kadınları değil herkesi etkileyen birşeydir. Mevcut durumun devam etmesini sağlayan, cinsiyet ayrımcılığı güden tutumlar bütünüyle ekonomimizi zayıftıyor.
Ruth Holloway için kariyerinin zirvesindeyken firma dışına sürükleniyor olmasının kötü izleri hala görülebilir. “Okul kapılarında olmak ve bütün gün çocuklarımla ilginmek oldukça eğneceliydi” der Holloway, “Fakat bu, muazzam bir proje ekibini yönetmekle tamamen aynı şey değil. Bunu yapabilecek türde bir insansan işte o zaman onun tadını çıkarıyorsun. Böyle bir kişi olduğumdan işimi özlüyorum ve herzaman özleyeceğim.”
*İsimler değiştirildi.


Kira Cochrane, The Guardian, 2008

Çeviren ve yazan: Fatma Unay


Kategoriler

- evlilik - Saglik - çocuk - Cocuk Psikolojisi - Duygu ve Düsünce Yazilari - kadın - sağlık - Bebek ve Cocuk Sagligi - SEVGİ - Rasûlüllah - aile - mutluluk - Cocuk Gelisimi - anne - Sevgi - Diyet - çocuk gelişimi - Dekorasyon - Gebelik - hastalik - bebek - diyet - Hastaliklar - evlilik - kanser - Şifalı Bitkiler - erkek - cocuk egitimi - çocuk hastalıkları - Cilt Bakimi - Aşk - Gülay Atasoy - güzellik - Güzellik - Peygamber - kalp - baba - beslenme - hayat - aşk - Kadin Hastaliklari - Mutfak - müslüman - Islam ve Kadin - Senai Demirci - Şiir - tedavi - Alternatif Tib - Mehtap Kayaoğlu - dua

MollaCami.Com