Kadın | Konular | Kitaplık | İletişim

Ruhlarınızı çağırın aranıza...

Bir zamanlar, Afrika'da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar, beraberlerindeki eşya ve yükleri hayvanlara yüklemişler, yerlileri de hamal ve rehber olarak yanlarına alıp uzun bir yolculuğa çıkmışlar.

Kafile zor şartlar altında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek, nehirleri, vadileri ve çağlayanları aşıp yolculuğa hızla devam ediyormuş. Fakat günlerden bir gün yerlilerin bir kısmı birden durmuşlar. Taşıdıkları yükleri yere indirmişler ve hiç konuşmadan beklemeye başlamışlar. Hedeflerine bir an önce varmak isteyen arkeologlar bu duruma bir anlam verememişler. Zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatmışlar.

Ancak, yerliler derin bir suskunluk içinde beklemeyi sürdürmüşler. Yerlilere tercümanlık eden rehber, onlarla bir süre konuştuktan sonra durumu şu şekilde ifade etmeye çalışmış: "Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kalıyor."

Bir nefes olsun durup, geride bıraktığımız ruhumuzu çağıralım mı bugün? Bedenlerimizin alabildiğine yakınlığına inat, içimizde sürekli inşa ettiğimiz o sinsi uzaklığı fark etmeye çabalayalım mı? Kim bilir, belki de o hırslı arkeologlar gibi ileride bir yerde bizi beklediğini sandığımız, o kayıp mutluluğun hayalî taşlarını üst üste koyarken, mutluluğumuzun köşe taşlarını yıkıp geçiyoruz, duygularımızı öldürüyoruz; kalplerimizi yolda bir yerde yitiriveriyoruz.

Haydi, bugün duralım ve susalım. Gözlerimize söz verelim. Bakışımız nutuklar çeksin. Suskunluğumuza gelsin konuşma sırası. Aşkların telaşlarda eriyip gittiğini gözlerimiz söylesin bize. Telaşların sevgileri hep sonralara itelediğini sükûnetimiz fısıldasın kalplerimize.

Hepimiz bir şeylerin peşindeyiz. Koşturuyoruz. Konuşuyoruz. Sözlerimiz çok; sessizliğimiz az. Koşuşturmamız çok; sükûnetimiz yok. Kalbimiz bir yerde sessizlik ve sükûnet ararken, biz habire koşuşturuyoruz, konuşuyoruz. Oysa sessizlik de güzel bir şeydir; ona kulak verirseniz anlarsınız bu güzelliği... Birden çıkıp da sözünüzü kesmez o; sizin sözünüzü bitirmenizi bekler. Sükûnet de özlenesi bir şeydir oysa; o hiçbir zaman davetsiz gelip çalmaz kapınızı. Sizi bekler kapısına; gözleri yerde yolunuzu gözler sonsuza kadar.

Bir yolcu gibi düşünün kendinizi. Kan ter içinde yürüyorsunuz.. Nefes nefese kalmışsınız, göğsünüz daralmış, dudaklarınız kurumuş... İçinizden bir ses "Hele şu tepeyi aşayım da, yeşil vadiler, huzur dolu ovalar beni bekliyor" diyor. Yokuşun tam ortasında, dizlerinizin dermanının kesildiği yerde, bir su şırıltısı duyuyorsunuz. Bakıyorsunuz; güzel bir çeşme; serin mi serin sular şakırdıyor. Durup dudağınızı uzatıyorsunuz çeşmenin duru sularına.. İçinizde bir serinlik, kalbinizde bir esenlik... Sanki yol bitmiş gibi, sanki eve varmışsınız gibi... Bağdaş kurup oturuyorsunuz. Geride bıraktığınız yola bakıyorsunuz... Meğer ne çok yol almışsınız, ne çok yürümüşsünüz. İlk defa fark ediyorsunuz yolun kenarında dizili çiçekleri, ilk defa kokluyorsunuz yeni açmış hanımellerini, iğdeleri... Ve ilk defa fark ediyorsunuz ki, yolun sonunu beklemeniz gerekmiyor mutlu olmak için.. Yolun kendisi mutluluk, yolda olmak huzur...

Yolun sonu değildir evlilik; yolun kendisidir. Tepenin ardı değildir evlilik; yokuşta susamaktır. Telaşlar içinde, neredeyse birbirimizi görmeden tüketiveririz yılları. Hep bir yokuşu aşma telaşındayızdır, hep bir şeylere geç kalmışızdır. Fark etmezsiniz bile severek evlendiğiniz, birlikte yuva kurduğunuz eşinizin varlığının sizin için "ha var–ha yok" bir alışkanlığa dönüştüğünü. Kaybedersiniz birbirinizi; varlığınız birbirinizin gözünde küçülüverir. Önce elleriniz çözülür, sonra yüzleriniz gölgelenir. Sanki gün bitmiş de, gölgeleriniz uzarken, gerçek varlıklarınız tükenmiş gibi..

İsterseniz şimdi şu yokuşta bir mola verin. Yanı başınızdaki billur pınarı fark edin. Burnunuzun dibinde açan terütaze hanımellerini koklayın. Yarın değil, bugün! Bugün, bir ara durup düşünün; neredesiniz.

Haydi, şimdi ara verin telaşlara.. Birbirinizin yüzüne dönüp varlığınızı yeniden keşfedin. Aranıza hiç kelimesiz, hiç sözsüz kocaman bir sessizlik koyarak, kalplerinizin birbirlerine fısıldamasına izin verin. Aranıza hiç telaşsız, hiç gerekçesiz, hiç sebepsiz, hiç teklifsiz bir sessizlik koyun, eşinizin varlığının sizin için ne anlama geldiğini bir kez daha okuyun onun gözlerinden..

İnsan en çok varlığa kör olur. Güneşin parıltısının göz kamaştırması gibi, en büyük mutluluklar da fark ettirmez kendini. İnsan en çok yanındakileri unutur. Gözün kendini görememesi gibi, en çok yakınımız olanlar, hele de bütün yakınlıkların sebebi olanlar kolayca uzaklaşıverir gönlümüzden.

Şimdi birbirinizin gözlerinin içine bakın. Birbirinizi birbirinizin gözlerinin içinde bir kez daha görün. Atın omzunuzdan ötekilerin yüklerini. Başkalarına ait hayatların hamallığını yapmaktan özgürleştirin bedenlerinizi. Ruhlarınızı çağırın aranıza. Kayıp şehre ulaştığınızda, bulduğunuz yine siz olacaksınız nasılsa...

SENAİ DEMİRCİ

çok harika bir hikaye kutluyorum ve herkesin ruhları ve eşleri ile beraber aynı hayatı yaşaması gerektiğine inanıyorum.ben 6 yıl önce eşimi kaybettim 10 yıl evli kaldık ama yaşadığımız hayatı paylaştıklarımızı belki 50 yıl evli olanlar yaşıyamamıştır.lütfen anne babalar yeni evliler eskiler hayat çok kısa boşa vakit harcamayın birbirinizi kaybatme korkusu taşıyın hayatı basitleştirmeyin sonra çokk geç kalmış olabilirsiniz.geriye baktığınızda keşkeleriniz olmzsın bu çok acı vericidir.selam ve dua ile...

Hz Allah cennette kavuştursun syn buket..

Aslında çok şanslısınız eşi hayatta olup her gün eziyet ve hakarete maruz kalarak tabiri caizse yaşarken ölen o kadar çok kadın varki...

Siz eşiniznizi kaybetmişsiniz ancak onunla geçirdiğiniz dolu dolu güzel günlerin hatırası hala yanınızda..Hele birde onun için hayır ve hasenatta bulunuyorsanız eminimki oda yattığı yerde sizden haberdar olacaktır..

Rabbim cennetinde ayırmasın...Size ve ailesine sabrı cemil ihsan eylesin..

Selam ve dua ile...

RABBİM rahmet eylesin inş.

cennetine kavuştursun.inş.sabredıp cennette yıne beraber olursunuz..

selam ve dua ıle ınş.

ne cok mutluluklar dan vazgeçtik belki de.lise bitsin,üniversite bitsin,iş bulayım,evleneyim....ve sonun da hep geçmişe özlem.lisede olsaydım deriz ünıversitedeyken.ama bilmeyiz ki çalışmaya başlayınca da üniv. özleyeceğiz.anın tadını çıkarmalı yarını özlememek için ÖZLEMSİZ YILLAR


Kategoriler

- evlilik - Saglik - çocuk - Cocuk Psikolojisi - Duygu ve Düsünce Yazilari - kadın - sağlık - Bebek ve Cocuk Sagligi - SEVGİ - Rasûlüllah - aile - mutluluk - Cocuk Gelisimi - anne - Sevgi - Diyet - çocuk gelişimi - Dekorasyon - Gebelik - hastalik - bebek - diyet - Hastaliklar - evlilik - kanser - Şifalı Bitkiler - erkek - cocuk egitimi - çocuk hastalıkları - Cilt Bakimi - Aşk - Gülay Atasoy - güzellik - Güzellik - Peygamber - kalp - baba - beslenme - hayat - aşk - Kadin Hastaliklari - Mutfak - müslüman - Islam ve Kadin - Senai Demirci - Şiir - tedavi - Alternatif Tib - Mehtap Kayaoğlu - dua

MollaCami.Com